Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘migration’

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 24: Suriyeli mülteciler üzerine – Ahmet Utku Akbıyık (17/06/2022)

Hostlar: Fikri Çiçek (LinkedIn) ve Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Ahmet Utku Akbıyık (Twitter)

Bu bölümde, Harvard Üniversitesi’nde doktora yapan Ahmet Utku Akbıyık’la Türkiye ve dünyadaki Suriyeli mültecilerin sosyal medya kullanımı ve sorunları üzerine konuştuk. Akbıyık aynı zamanda bir popüler kültür ve bilim dergisi olan Mesail‘de yazılar kaleme alıyor.


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 25: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »

Not: Aşağıda okuyacaklarınız sevgili Rafşan Yağmur Çelik’in Bianet.org’un ‘Göç hikayeleri’ serisinde yayınladığı roportajımın orijinal versiyonudur – doğal olarak yayınlanan haberde verdigim cevaplar editlendi ve kısaltıldı. Yayınlanmış versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz

Not: Aşağıda okuyacaklarınız sevgili Rafşan Yağmur Çelik’in Bianet.org’un ‘Göç hikayeleri’ serisinde yayınladığı roportajımın orijinal versiyonudur – doğal olarak yayınlanan haberde verdigim cevaplar editlendi ve kısaltıldı. Yayınlanmış versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz

Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı? O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?

Hayat hikayem biraz karışık fakat özet geçmek gerekirse 88 Ankara doğumluyum fakat hayatımın cogu (27/34’ü) Ingiltere’de gecti. Yaklaşık bir senedir de Almanya’da bir ilaç şirketinde (Boehringer Ingelheim’da) çalışıyorum.

Ailecek iki defa geldik Ingiltere’ye: 1989 (ben 1 yaşındayken) ve 2000’de (12 yaşında). Ingiltere’ye ilk geldiğimizde 6 sene kalmışız – 3 kardeşim de Ingiltere’de doğdular. 95’ten itibaren 5 sene Türkiye’de kaldıktan sonra, babamın Doktora çalısmaları için 2000 yılında tekrar Ingiltere’ye geldik. Ailecek 4 sene beraber yaşadıktan sonra ailem geri döndu; ben ve erkek kardeşim Ingiltere’de kaldık – 16 yaşımdan beri hem okuyorum, hem çalışıyorum. 2016’da evlendim ve ~4 yaşında bir oğlum var.

Cocukken futbolcu olmak istiyordum ve aklım-fikrim bundaydı – çok da yetenekliydim. Futbolda iyi olmamın bana çocukken özgüven ve okulda ‘cool’ cocuklar arasına girme açısından çok büyük katkıları da oldu. Fakat büyüdükce farklı alanlar da ilgimi çekmeye başladı: muhasebe, astronomi, arkeoloji ve – o zamanlar ‘geleceğin mesleği’ denilen – genetik. Hepsiyle ilgili araştırmalar yaptım; o alanlarda çalışan insanlarla görüştüm. Nihai olarak da farklı sebeplerden dolayı diger kariyer opsiyonlarını eledim ve genetikte karar kıldım. A-level (lise) notlarım da yuksek gelince Leicester Universitesinin Genetik bölümüne başvurdum.

Babam eski kriminolog olduğu için bana hep Prof. Alec Jeffreys’in Leicester Universitesi’nde keşfettiği ‘DNA fingerprinting’ (adli tıbbı tamamen değistiren ‘DNA parmak izi’) tekniğinden bahsederdi. Bunun da genetiği seçmemdeki payı büyüktür. Ikinci yılımda Alec Hocadan ders alma şerefine de nail oldum.

Bugün geri dönüp baktığımda birçok kez 4 ayak üzerine düştüğümü goruyorum. Başarılı olacağıma her zaman inanıyordum fakat neredeyse elimi attığım her işten başarıyla çıktım. Birkac örnek verecek olursam: 2011’de mezun olduktan hemen sonra (Master yapmadan) 4-yıl tam burslu Doktora kazandım; akademide arastırmacıyken birçok makalem beklediğimden fazla atıf aldı; 32 yaşında Cambridge Universitesinde Uzman Arastırma Gorevlisi (Sen. Postdoc) olmak az insana nasip olacak birsey; ve birçok prestijli odul aldım – benim için en manidarı da Leicester Universitesi mezunları tarafından 2020 ‘Geleceğin Lideri’ ödülüne layık görulmemdi. Simdilerde ise dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden birinde uzman araştırmacı olarak çalışıyorum ve şirketin ilaç portföyüne insan genetiği verilerini kullanarak katkı sağlıyorum – ve bu beni hem mutlu, hem de motive ediyor. 

Ingiltere’ye geldiğin için hayatında neler değişti? Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun? Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?

Göcmenlerin burada karşılaştığı en büyük sorunlar dil, kultur ve vize sorunları. Nispeten küçük yaşta geldiğim ve gayretli ve meraklı olduğum için dil ve kültür farklılığı çok sorun olmadı kendi adıma. Fakat bir 7-8 sene Ingiliz vatandaşı olmadığım için Ingiliz devletinin lise ve universite yıllarında her öğrenciye verdiği bursları alma konusunda buyuk sıkıntılar çektim. Babamın da maddi durumu çok iyi olmadığı için bu burslar olmadan universitede okumam neredeyse imkansızdı. Bu yüzden gitmediğim kurum, göruşmediğim danışman, yazmadığım mektup kalmamıştı. Hatta bu yüzden eğitimime (üniversiteye baslamadan önce ve ilk seneyi bitirdikten sonra) toplamda iki sene ara vermek zorunda kaldım. Babam, ben bir sene ara verdikten sonra, bir sene daha kaybetmeyeyim diye elinde avucunda ne varsa verip, benim 2007’de Leicester Universitesinde okumam için ilk yılın ucretini odemişti (o zamanlar ‘yabancı statusunde’ olan ögrenciler için ücret yıllık £9000’dı). Ilk yılı okurken burs ve vize konusunda araştırmalarımızı ve mücadelemizi de sürdürüyorduk. Tam bu sırada avukat olan bir aile dostumuz bize “bakın; bir işinize yarar mı?” diye Gaye Gürol adında bir Türk’ün Köln belediyesine karşı Avrupa Adalet Divanında (ECJ) kazandığı bir davanın metnini uzattı. Bu karar sayesinde Avrupa’da yaşayan her (vatandaş olmayan) Türk işçi çocuğu üniversiteler tarafından Avrupa Birliği vatandaşlarıyla aynı statüde kabul edilmek zorundaydı. Bu kararı – babamla iyice araştırdıktan sonra – hemen Leicester Üniversitesi finans departmanına götürdüm. Tabi hiçbirinin haberi yoktu bu karardan. Bana direkt bursları veren kurum olan Student Finance England’a yazmamı tavsiye ettiler. Fakat Student Finance England’ın da bu karardan haberleri olmadığını öğrenmiş oldum ve olayı daha da açıklayıcı/inandırıcı hale getirmek için 2-3 defa daha mektup yazmak zorunda kaldım. Üniversitem de bayağı yardımcı oldu bu konuda. Sonunda ‘Child of a Turkish Worker’ (Türk işçi çocuğu) statüsünü kabul ettiler fakat benim çok işime yaramadı çünkü üniversite bana sonradan (kurallar gereği) “başladığın statüyle devam etmek zorundasın” dedi. Fakat beni ve durumumu süreçte daha iyi tanıdıkları için yardımcı olmak istediler. Bana yardımcı olma adına “biz senin ilk yıl ekstradan ödediğin parayı iade edelim (~£6000); bir sene ara ver; dönüşte de seni ikinci yıldan başlatalım” teklifinde bulundular; ben de üniversiteye bir sene ara verdim. Fakat o bir senede de oturumum geldi. Bana nihai olarak faydası dokunmasa da “Child of a Turkish worker” statüsüyle (Student Finance England’dan) burs alan her öğrenciye faydam olduğu için mutlu oluyorum. Tabi burada Gaye Güröl’un da hakkını teslim etmek lazım.

Bu sureçte bana emeği geçen bir insandan daha bahsetmek isterim: Prof. Annette Cashmore, Leicester Üniversitesi’nde genetik lisans öğrencisiyken benim son yıl (sene 2011) proje hocamdı – laboratuvarında Candida albicans adında bir mantar üzerine çalışıyorduk ve normalde vücudumuzda zararsız bir şekilde yaşarken neden bir anda patojenik olduğunu (ve Candidiasis hastalığına yol açtıgını) araştırıyorduk. Öncesinde de akademisyen/bilim insanı olmayı düşünüyordum fakat burada geçirdiğim 5-6 ayda bilim yapmayı ne kadar sevdiğimi anladım ve doktora bursları olup-olmadığını sordum. O da bana normalde burs fonu bulduğunu ve beni takımında görmek isteyeceğini söyledi. “Ben sana haber vereceğim” dedi. Maalesef, bana bunları söylediği zamanda MS (Multiple Skleroz) hastasıydı ve belden aşağısı tutmuyordu. Tekerlekli sandalyesi vardı ve her ihtiyacı olduğunda eşi hemen geliyordu. Bu yüzden – çok başarılı bir bilim insanı olmasına rağmen – laboratuvarından da yavaş yavaş elini çekiyordu. Ben son yıl proje raporumu teslim ettikten sonra tekrar kapısını çaldım ve hal-hatırını sorduktan sonra burs meselesini hatırlattım. Çok özür dileyerek, sağlığının son dönemlerde daha da kötüleştiğini ve burs başvurularını yapamadığını ama bana güçlü bir referans yazacağını söyledi. Annette’in grubunda çalışamayacak ve belki de hiçbir yerden Doktora bursu bulamayacak olduğum için üzüldüğümü hatırlıyorum. Herşey için teşekkür ederek çıktım odadan ve direkt başvurulara başladım. Belki 10-15 tane “CV’n iyi/uyumlu ama maalesef burs fonumuz yok” emaili aldım. Bristol Üniversitesi’nden email attığım hocadan da benzer bir email geldi ama sonuna şu cümleyi eklemişti: “istersen şu burslu projemize başvur – sana uygun” Ben de eklediği linke tıkladıktan ve projeyi anladıktan sonra hemen başvurdum. Mülakattan sonra da bana bursu verdiler. İşin en güzel tarafı “ben istedim bir göz, Allah verdi iki göz” misali verilen burs “tam” burstu ve tamamen doktorama odaklanmamı sağlayacaktı. (Leicester’dan alacağım burs sadece okul masraflarını karşılayacaktı. Bir yerlerde çalışıp kiramı vs. kendim bulmak zorunda kalacaktım). Bristol Universitesi’nden (2015 sonu) mezun olduktan sonra ABD dahil başka yerlerde de çalışabilecekken (kısmen nostaljik sebeplerle) Leicester’a geri döndüm. Yaptığım ilk işlerden biri de Annette’i görmek oldu. Beni gördüğüne çok sevindiğini ve başarılarımı takip ettiğini söyledi. Bu görüşmeden ~6 ay sonra vefat etti. Konuyla ilgili olarak aklıma geldi: Bana en çok gelen sorulardan biri “İngiliz hocalar çok soğuk; nasıl çalışıyorsunuz onlarla?” Sizin hocanızdan, onların da sizden ne beklediğini bilmek önemli. Çok yoğun olduklarını akılda tutarak ona göre hazırlanarak görüşme talep etmek lazım. Bir de sadece ingilizceyi öğrenmeye değil, ingiliz (ya da hangi ülkeden/kültürden insanlarla çalışıyorsanız onların) kültürünü öğrenmeye de vakit harcamanız lazım. İngiliz, İspanyol, Alman, Çinli ve İskoç Hocalarım oldu. Hepsiyle de aram iyiydi.

Sorunuza geri dönecek olursam: Göçmen çocuğu olmanın kesin bir avantajı var mı bilmiyorum fakat insan biraz meraklı ve gayretli olursa hem kendi kültürünün, hem de Britanya’daki çok kültürlülügün meyvelerini toplayabilir. Onlarca milletten arkadaşım var ve hepsinden az ya da çok birşeyler kaptım.

Başlarda dil, kultur ve vize sorunları yaşıyorsunuz fakat İngiltere’de ırkçılık çok ciddiye alındığı için öğretmenlerin ya da iş verenlerin size alenen bir ayrımcılık yapması çok zor. Ben ~2 sene farklı kebap dükkanlarında da çalıştım; bu sektörde çalışanların bazıları benden farklı seyler söyleceklerdir fakat ayak takımı tiplerin içkiliyken söylediklerini genel halka mal etmek doğru olmaz. Ayrıca Ingilizler, Türk göçmenler nispeten yeni olsalar da, Güney Asyalı (Hindistan, Pakistan ve Bangladeşli çok) ve Karayipli göçmenler uzun zamandır buralarda yasadıkları için farklı kültürden insanlarla beraber yaşamaya alışmışlar. Bunları söyledikten sonra şunu da eklemem lazım: Egitim Bakanlığının (Department for Education and Skills) 2007’de yayınladığı bir raporda Türk/Kürt öğrenciler ortaokulda (secondary school – Key Stage 2 and 3) en başarısız etnik gruptu. 2010’da yine buna benzer sonucların yayınlandığı başka bir grubun raporunu daha okudum. Umarım durumlar son 10 senede iyileşmiştir fakat buraya gelen ilk jenerasyon Türk/Kürt ailelerin önceliği para kazanmak olduğu icin çocuklarının da eğitimlerine odaklanıp, genç yaşta restoran/kebap dükkanından gelecek sıcak paraya yüz çevirmeleri çok zor. Herhalde Almanya’da olduğu gibi 1-2 jenerasyon sonra Türk/Kürt orijinli insanların sesini Ingiltere’de de daha çok duyacağız.

Türkçe konuşma, yeme-içme ihtiyacı duyuyor musun? Yabancı arkadaşların ve Türkiyeli arkadaşlarınla geçirdiğin vakitlerde farklılıklar var mı? ya da aynılıklar?

Türkce konuşmayı ve Türk kültürünü önemsiyorum. Oğlumun da Türkceyi iyi öğrenmesi için gayret gösteriyoruz eşimle. Iyi bir akademik eğitimin dışında Ingilizlerin genel kulturu, nezaketi ve sadeliğini, Almanlarin iş disiplini ve ahlakını, Turklerin de sıcaklıgı ve bonkörlüğünü kazanması icin çabalayacagız.

Ingiltere’de gördüğün Türkiye algısı nasıl?

Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye algısı ben çocukken/ergenken çok çok daha iyiydi. Müslüman, Hristiyan, Hindu veya farklı milletlerden farketmez, arkadaşlarım ve hocalarım aileleriyle tatile hep Türkiye’ye giderlerdi. Simdi de eşleri/sevgilileriyle gidenler var fakat artık gitmeden “Türkiye emniyetli mi?” diye soruyorlar bana.

Ruhun ve kalbin de burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?

Ülkemi seviyorum ve Türk/Kürt gençlerine vaktim el verdikce farklı mecralardan maddi-manevi destek vermeye çalısıyorum ama milliyetçi değilim. Yaşadığım toplumu ilgilendiren yönüm olarak Türk kökenimden ziyade ‘bilim insanı/araştırmacı’, ‘iyi bir eş/aile babası’, ‘güvenilir/yardımsever/çalışkan bir insan’ gibi kimliklerimin önde olmasını isterim.

Ingiltere’de kozmopolit bir ortamda büyüdüm ve bunu benimsedim; dünyanın her kıtasından arkadaşım, birçok mutfağa ilgim var – ozellikle Hint ve Uygur/Çin mutfağına (Not: bence kahvaltıda en iyisi Türk kahvaltısı).

Bilimin üstünlüğüne inanan, rasyonel kalmaya çalışan, araştıran, açık görüşlü bir ‘dunya vatandaşı’ olduğumu düşünüyorum. Eşimle Leicester’da bir Sih mâbedinde, kültürel bir faaliyette tanıştık. Rol modellerim hep bilim insanları veya entelektüeller oldu. Oğlumuzun ismini dahi Isaac Newton’dan esinlenerek Isaac Ali koyduk. (Not: Kedimizin ismi de Newton bu arada 😊 Ayrıca oğlumuzun doğduğu gün Isaac Newton’ın hocalık yaptığı Cambridge Üniversitesinden kabul almamı da Allah’ın isim konusunda hoşnut olması olarak yorumluyorum)

Ingiltere’deki deneyimlerinden eklemek istediklerin? En şaşırdığın olaylar?

Cok mutlu bir çocukluk ve eğitim hayatı geçirdim Leicester’da. Hatta 2020 Oğretmenler Günü’nde attığım ve sonradan Instagram ve Twitter’da viral hale gelen tweetimde de belirttiğim gibi (2000 yılı) sınıfa ilk girdiğim gün beni arkadaşlarım “Hoş geldin” ve “merhaba”larla karsıladılar. Meğer sınıf öğretmenim (Karen Holman’dı adı) benim hiç ingilizce bilmediğimi önceden (herhalde mudurden) öğrenmiş ve arkadaslarıma “ona kendisini evinde hissettirelim” diye Türkce kelimeler dağıtmış. Diğer öğretmenlerim de çok yardımcı oldular bana: orneğin Fen bilgisi hocam ilk donemlerde sınavlara sözlukle girmeme izin vermişti. Matematik hocam ise – geldiğim ay girdiğim sınavda en düşük notu ben almama rağmen – beni alt sınıfa yollamamıştı haksızlık olur diye. Ben de gayretli ve bir ise kafasını koyduğu zaman çabuk kavrayan bir çocuktum; 6 ayda ingilizcem iyi bir seviyeye gelmişti; matematik sınıfında da ‘altın’ gruba yukseldim hemen.

Tabi ki bugünlere kolay gelmedik; ailemin ve benim sayılamayacak kadar fedakarlıgı var arka planda: Finansal sorunlar; vize sorunları; psikolojik sorunlar – fakat ben doğru şeyleri yaptıkça beni hiçbir şeyin durduramayacağını biliyordum. Ingiliz eğitim sisteminin bana gore en iyi tarafı da insanlara – bazılarımıza az, bazılarımıza biraz daha fazla ama – hata yapma şansı veriyor ve – hayat toz pembe olmasa da – emek ve fedakarlığınızın karşılığını eninde-sonunda alıyorsunuz.

İlgili Tweet/Bilgiseller

Read Full Post »

Gönül muhabbet ister podcast bahane! 🙂
Genelde, başarılı, bilgili ve ‘cool’ insanlarla hafif konularda muhabbet ediyoruz. Twitter’da #AzIsCokLaf hashtagini kullanarak öneride bulunabilirsiniz. (Not: Yavaş konuştuğumuzu düşündüğünüz bölümlerde Spotify ya da Youtube’un 1.2x hızlandırma özelliğini kullanabilirsiniz)


Az İş Çok Laf – Bölüm 23: Türkiye’nin mülteci krizi üzerine – Sümeyye Açıkgöz (21/05/2022)

Hostlar: Fikri Çiçek (LinkedIn) ve Mesut Erzurumluoğlu (Twitter|Blog)

Konuk: Sümeyye Açıkgöz (Twitter)

Bu bölümde, bir yardım ve araştırma kuruluşu Epic Migrations‘ın kurucusu olan ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde doktora yapan Sümeyye Açıkgöz’le Türkiye’deki mülteci krizi ve etkileri üzerine konuştuk.


Bizi Twitter‘dan takip edin!

Az İş Çok Laf – Bölüm 24: Yakında! Podcastimizi SpotifyYouTubeApple Podcasts ya da Google Podcasts‘ten takip edin ve arkadaşlarınızla paylaşın!


İntro müzikleri:

Altın Gün – Goca Dünya
Kemal Sunal’ın ‘Umudumuz Şaban’ filminden bir sahne

Öneri, soru ya da reklam için: coklafazis.podcast@gmail.com

Podcast episode edited by: Mesut Erzurumluoğlu & Fikri Çiçek

Read Full Post »