Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘johnny cash’

Not: Birkaç sene önce yazmaya başladığım ama sonradan iş-güç yoğunluğundan içini doldurmaktan vazgeçtigim bir kısa roman çalışması… Lütfen “hikayeyi düzeltirim/bitiririm” diyenler bana ulaşsın. İyi okumalar!

(İngilizce olarak da yazmayı düşünüyordum ‘Fable of the Nobel laureate’ başlığıyla)

O dört kişi kimdi acaba? Değmezmiş!” dedi ve hayata gözlerini yumdu – arkasında eşini, ailesini ve milyonlarca sevenini bırakarak…

———-

Sadece 12 saat önce dünya, Kısmet Eren’i “Nobel ödülü töreninde salya sümük ağlayan bilim kadını” olarak tanımıştı.

Kısmet’in hayalleri gerçek olmuştu ama birşeyler doğru gitmiyordu. Çünkü eşi, anne-babası ve kardeşleri gibi onu çok yakından tanıyanlar bunların mutluluk göz yaşları değil, üzüntüden olduğuna emindi.

————-

Kısmet, aynı günün akşamı eve geldiğinde odasına kapandı ve tüm gece Johnny Cash’ten “Hurt”ü dinledi. Hüngür hüngür ağlamaya devam etti – ve hızlıca yazmaya başladı:

Tüm dünya bilsin diye yazıyorum: Üniversiteden beri hoşlandığım eşimle evlendim. Kendisi şahit: çocuk istemediğimi en baştan açıkladım. Çok da dikkat ettik fakat bir dönem geldi: aylarca midem bulandı; tüm emarelere rağmen hamile olduğum ne benim, ne de eşimin aklına gelmedi. Karnım da büyümemişti fazla. Hemen aldırmak için doktora gittim ve bana çocuk 6 aylık olduğu için kanunen bunun mümkün olmadığını söyledi. Anlayacağınız üzere bu benim için büyük bir şoktu. “Neyse. Bekleyip görelim” dedim. Bir yandan çocuğu, diğer yandan da kariyerimi düşünüyorum. Çok önemli bir proje üzerine çalışıyorduk ve gün geçtikçe karnım büyüyordu; çalışmak zorlaşmıştı. Hormonal değişiklikler de etkili oldu ve projelerime ara vermek zorunda kaldım.

Çocuğum doğdu. Adını hem peygamber ismi, hem de ünlü fizikçi Isaac Newton’un ismi olan İshak koyduk. Anne olmak ilginç bir duyguydu fakat beni daha çok projem heyecanlandırıyordu. En kısa zamanda laboratuvara geri dönmek için çocuğa bir bakıcı tuttuk; ben de iki hafta dinlendikten sonra email yoluyla öğrencilerimle toplantı ayarladım ve hemen iş başı yaptım.

İki yıl gece-gündüz çalıştık ve milyonlarca çocuk ve gencin hayatını karartan kan kanserinin mekanizmasını çözdük. Çok büyük bir buluştu ve normalde 6 aydan önce hiçbir makalemizi basmayan Nature dergisi bile makaleyi iki haftada kabul etti ve “fast track” (hızlıca) yayınladı. Makalenin çıktığı gün dahi birçok bilim insanı “Nobel’i kazanacak buluş” diye yazı yazdı. Birçok yerde konuşma verdim. Dünyanın en mutlu insanıydım.

Bu sırada oğlum iki yaşına gelmiş; ben doğru-düzgün farkında bile değilim. Bir gün yine davet edildiğim bir üniversitede verdiğim bir konuşmadan sonra beni eşim ağlayarak aradı ve oğlumuzla beraber hastanede olduğunu; bir anda yere yıkılıp kaldığını söyledi. Üzüldum ama nedense dünyam yıkılmadı o an. Beni daha çok eşimin üzülmesi üzdü. Hemen eve dönüp, eşimi sakinleştirdim.

Sonra yıllardır beklediğim telefon geldi ve Nobel kurulundan aradılar.

Özellikle Nobel ödülünü elime aldığım anda neredeyse kanatlanıp uçacaktım. Fakat sadece yarım saat sonra beni bir kasvet kapladı. Oğlumun, onu arada-sırada kucağıma aldığımda, direkt gözümün içine bakışları gözümün önüne geldi. Hayatımda belki ilk defa oğlumu özledim – ve kontrolsüz bir şekilde ağlamaya başladım. Etrafımdaki herkes bunların mutluluk göz yaşı olduğunu sanıyordu ve beni tebrik ediyordu.

“Bir saniyeye ihtiyacım var” deyip, bir kenara oturdum; sonra da “kendimi iyi hissetmiyorum” deyip, çıktım.

Yolda hep ağladım ve kendi kendime konuştum.

Eve geldiğimde de yıllar önce verdiğim karar aklıma geldi ve kalbim duracak gibi oldu.

——————

Tam o sırada eşi odaya girdi ve yanına oturdu.

Kısmet, “sana birşey söyleyeceğim” deyip, mektubu eşine uzattı. “Oku” dedi; bitirdiğini düşündüğü anda da konuşmaya başladı:

Yirmi küsür yıl bu sırrı sakladım; hatta ben bile unuttum zaman geçtikçe. Şimdi ise her detayını hatırlıyorum…

Anne-babama, kardeşlerime, en yakın arkadaşlarıma dahi anlatmadım. 20 yaşındaydım. Dişimi fırçalayıp, odama geçtim. Yatağımda oturdum ve o dönemde favori kitabım olan Nobel ödülü kazanan kadınlarla ilgili kitabımı açtım. “Ben de Nobel kazanabilecek miyim?” diye hayaller kurduğumda yatağımın başında çok güzel bir genç oğlan çocuğu belirdi. Şimdi düşünüyorum da nedense bağırmak gelmedi aklıma. Sakin bir şekilde “ne yapıyorsun burada?” diye sorduğumu hatırlıyorum. O da bana “Nobel ödülü senin için çok mu önemli?” diye sordu. “Evet; Nobel kazanan kadın sayısı çok az; Türk kadın zaten yok” dedim. “Biz senin gibi çok özel kadınlara bir opsiyon sunuyoruz – bu soruyu son 100 senede sadece 4 kişiye sorduk. 40’lı yaşlara geldiğinde seçtiğin alanda Nobel ödülünü – ve tek başına, paylaşmadan – kazanacaksın. Fizyoloji ve Tıp Nobel’ini seçersen sana herhangi bir kanserin çaresini söyleyeceğiz. Fizik seçersen sana çözmek istediğin problemin formülünü verecegiz. Kimya, Ekonomi, Barış, Edebiyat… Hangisini istersen…”

“Anlamadım…”

“Fakat karşılığında bir oğlun olacak; ve iki yaşına geldiğinde onu acı çekmeden yanımıza alacağız. Bugün verdiğin kararın geri dönüşü olmayacak. Ayrıca bu anlaşmadan kimsenin haberi olmayacak. Anlattığın takdirde sen de vefat edeceksin”

“Anladım da… Yanımıza alacağız derken? Siz kimsiniz?”

“Ben bir meleğim. Teklifi kabul edersen, oğlun iki yaşında vefat edecek ve Cennet gibi bir yerde yanımızda bekleyecek”

Çocuğu falan hiç düşünmedim bile… Kendimi inanılmaz önemli birisi gibi hissediyordum ve bu çok hoşuma gitmişti. İçimden “ben zaten evlenmeyi de, çocuk yapmayı da düşünmüyorum.” dedim ve Nobel’in altın madalyası bir anda gözümde parladı. Fazla düşünmeden “tamam” dedim.

İnsanlığa faydalı işler yapmak da benim için önemliydi fakat Nobel ödülü gözümü kör etmişti. Aklımda hep “acaba bu proje bana Nobel kazandırır mı?” sorusu vardı. Eğer cevap hayırsa o projeyi – potansiyel olarak ne kadar önemli dahi olsa – hemen terkedip, başka bir proje arardım kendime. Kulisleri dinlerdim – ‘Nobel kurulu hangi projelere göz atıyor?’ öğrenmeye çalışır, o alanda ses getirecek işlere yönelirdim.

O ana dönebilmek için herşeyi verirdim… Çok özür dilerim!” yazdı ve ağlayarak eşine sarıldı.

“En azından oğlumun yanına gömün beni; orada sarılayım evladıma.”

Eşi ‘ne diyorsun Kısmet; ne gömmesi?’ diye sordu. O da “o dort kişi kimdi acaba? Degmezmiş!” dedi ve fenalaştı. Ambulans dahi gelemeden hayata gözlerini yumdu.

Otopside doktorlar “kırık kalp sendromu” teşhisi koydu. Kalbi üzüntüye dayanamamıştı…

Vasiyetindeki gibi naaşını oğlunun yanına defnetme işlemleri başlatıldı…

————————

Bu büyük kadın, devlet töreniyle oğlu İshak’ın yanına gömüldü.

Cenazede bulunan bir kalp ehli, eşinin kulağına eğilip “Kader Kısmet hayatında hiç olmadığı kadar mutlu” dedi…

Eşi bir anda çok sevindi çünkü çok yakın ailesi dışında kimse eşinin iki ismi olduğunu bilmiyordu…

Read Full Post »